İlk durağımız olan Pittsburgh, PA’ den Columbus OH’ ya doğru öğlen saatlerinde yola çıktık. Yol molalarla birlikte yaklaşık dört saat sürdü.
Columbus’a yaklaşırken benzinimiz bitti ve anayoldan çıkıp patika bir yola saptık. İyi ki de benzinimiz azalmış çünkü çok hoş manzaralarla karşılaştık. Aşağıda Columbus’taki sevimli çiftlikleri ve köy hayatını görebilirsiniz:
Depoyu doldurup, ineklere hoşçakal diyip tekrar yola koyulduk. Tahmin ettiğimiz gibi Columbus da sanki tüm insanlar şehri terk etmişçesine sakindi. Belki metropol yerlerde yaşamaya alışmış biz için durum gariptir, kim bilir…
Columbus’un geniş caddelerinden geçerken çok fazla evsiz insana denk geldik. Hava serin olduğu için köprü altlarında battaniyeleriyle oturuyorlardı. Hepsi kendi halinde görünüyordu. Güvenlik dolayısıyla endişelendiğimizi söyleyemem.
Şehir merkezindeki yüksek binaların içinde çok fazla oyalanmadan rotayı German Village’ a çevirdik. Yelp’deki yorumlara göre burası kesinlikle görülmesi gereken bir yerdi. İlk durak olarak kendimize The Book Loft adındaki 32 odalı bir kitap dükkanını seçtik. Gerçekten her türlü kitabı bulabileceğiniz türden bir dükkan yapmışlar. Eğer okumaya meraklıysanız ve New York civarında yaşıyorsanız Strand’den sonra karşınıza çıkan kitaplar içerik açısından size biraz sönük gelebilir. Ancak, pazarlama stratejisi olarak 3 katlı bir aile evinin kitapçıya çevrilmesi ve içinin tıka basa kitaplarla doldurulmuş olması kesinlikle merak uyandırıyor. Kardeşime postalamak üzere bir tane posta kartı aldım. Bu yazı sayesinde onu da göndermeyi hatırlamış oldum. Sürprizin bozulduğunu zannetmiyorum çünkü kendisi ablasının yazdıklarını okumayacak kadar cool! Neyse, şaka bir yana (!) siz de bu 32 odalı kitapçıyı merak ettiyseniz aşağıdaki fotoğraflara göz atabilirsiniz:
German Village kesinlikle filmlerden çıkmış küçük sevimli bir mahalle. Bütün hayatınızı şehrin içinde adete kendi bağımsızlığını ilan etmiş arnavut kaldırımlı bu sevimli mahallede geçirebilirsiniz. 1830’lu yıllarda Alman göçüyle kurulmuş bir mahalle burası. O günlerden bu zamana kadar da kendi kültürlerini mahallenin havasına bile sindirmişler. Columbus’un yeni ve gelişen görüntüsünün yanında nostaljik ve eski havasıyla sizi hiç yaşamadığınız bir dünyaya götürüyor diyebilirim. İşte burada geçirdiğimiz kısa zamandan birkaç kare:
Sokaklarda yürürken zaman uçmuş gitmiş; saat 6’ya yaklaşmıştı. Arabamızı park ettiğimiz minik caddede sadece 15, 20 dakika iznimizin kaldığını fark ettik. İki seçeneğimiz vardı. Ya Almanların o meşhur sosislilerinden yiyecek ve biralarından hüpletecektik ya da uslu birer çocuk olup Cincinatti’ye doğru yola çıkacaktık. Yolumuz gerçekten uzundu. Cincinnati’ye bir saatimiz kalmıştı ve ondan sonra bir bir saat kadar da güneye, Louisville’e doğru yol almamız gerekiyordu ki otelimize başımızı sokabilelim. Hem belki Cincinnati’de durup biraz da orada akşam gezisi yapabilirdik.
Mantıklı olanı yaptık ve biergarten seçeneğini es geçtik. Tabi ki Murphy kuralları bizi ıskalamadı ve Cincinnati’de yağmurdan dolayı hiç vakit geçiremeyeceğimiz oraya vardıktan ilk 10 dakika içerisinde belli oldu. Ne yalan söyleyeyim, şimdiki aklım olsa sosisliler şu anda midemdeydi üstüne ikinci birayı da söylemiştik! İşte kaçırdığımız o tarihi restorandan sizin için Yelp’ten seçtiğim fotoğraflar:
Ağlamıyorum, gözüme birşey kaçtı…
Neyse ki bir sonraki durağımız olan Louisville’de bu elem olayın telafisini yapabildik.
Yorum Yok